Sahne emekçisi, lubunya, aktivist Jilet Sebahat’in denemelerini ve farklı tarihlerde yazdığı köşe yazılarını bir araya getirdiği ‘Jilet’ isimli kitabı, Axis Yayınları’nca okurla buluşturuldu. “Jilet” adıyla anılan bir kitap, Beyoğlu’nun gizli sokaklarını, babaları, patronları ve toplum tarafından dışlanan “kötü çocukları” ile 90’ların müziğini ve özlenen ancak yaşanmayan bir dünyayı bizlere aktarıyor. Bianet’ten Evrim Kepenek’in sorularını yanıtlayan Jilet Sebahat kitabında dikkat çeken kısımları anlattı.
‘Dayatılan hayatın kaçağı olmak’ sözünü Jilet Sebahat şöyle anlattı:
Hayatın kaçağı olmak… Ben uzun süre asker kaçağıydım. O bana dayatılan bir şeydi.
Dayatılan her şeyin kaçağı olmak, insana güç veren bir şey. Dayatılan aileler, dayatılan okullar, dayatılan toplum, dayatılan iktidar, dayatılan militarizm, dayatılan ataerkil ne varsa, hepsinin kaçağı hissediyorum kendimi.
Bunlar aslında hayatımızda bizi yoran, nefesimizi kesen, enerjimizi tüketen şeyler. Benim gibi bir sürü kaçak var ve bu kaçaklarla aynı alanda olmak bana iyi geliyor. Nereden kaçsam bir başka kaçtığım yerde bir kaçak buluyorum, hangi konu olursa olsun. Bence, bize dayatılan hayatın kaçağı olmak en iyisi.
Yeni kitabına dair geri dönüşleri anlatan Jilet Sebahat şunları söyledi:
Bu kitabı yazarken elbette ki birilerine ulaşmak diye bir derdim de amacım da vardı. Daha çok okuyucuya ulaşmak, daha çok insana sesimizi duyurmak.. Varız işte, bakın demek. Benim gibi olan insanları, benim gibi düşünen insanların bu şehri yaşamış, geceleri yaşamış, transfobiyi yaşamış, ırkçılığı yaşamış, kovulmuş, atılmış, hala kovulmakta olan insanlar için varız demek istedim, buradayız işte.
17 yaşındaki bir çocuk imzaya geldi titreyerek. Başka bir annesi ile gelmişti. Bu durumlar o an ağlayamıyorum fakat sonradan beni ağlatan şeylere dönüştü. Biri mesela “Sayenizde daha az korkuyorum” dedi. Bu cümle beni ağlattı. Mutluluktan ağladım. Başka biri, 10 dakika boyunca boynuma sarıldı, ağladı, “hayatıma son vermek üzereydim” dedi. Ben biraz hikayeye önem veriyorum.
Instagram’dan mesaj atanlar oluyordu ancak dokunamıyordum o insanlara yani cevap veriyordum falan ama şimdi nefeslerini boynumda hissetmek, kalp atışlarını yürüye hissetmek, onlara sarılmak, buradayım demek, buradayız demek. Bana daha fazla güç vermeye başladı. Bu kitabın amacı buydu, daha çok nefesi, kalbimde, bedenimde hissetmeye başladım.
Daha çok kalp atışını hissetmeye başladım. Daha çok insana sarılmaya başladım. Ben de hayata biraz birbirimize dokunarak, sarılarak, birbirimizin yanında olarak hayatın başka bir şeye dönüşeceğine inanıyorum. Bu kitap bu anlamda benim için bir araç.
“Değişime inanmak gerekyor”
Dünya değişiyor. Dün hepimizi yakmaya çalışıyorlardı, bugün daha da alıştılar. Değişime inanmak gerekiyor.
Bedenimiz değişiyor, ruhumuz değişiyor, hayat değişiyor. Şehirler değişiyor, dünya değişiyor, her şey değişiyor. Kafalar mı? değişmeyecek. Onur Yürüyüşü’ne 30 kişiyle başlamış biri olarak söylüyorum, Gezi’nin olduğu yıl gördük, dünya değişiyor.
İnsan yaşadığı şeyleri üzerinde özlem yası tutamaz. Özlem yası tutmuyorum, o günlerin yeniden geleceğine inanarak mücadeleye devam ediyorum.
O özlediğim günlerin yeniden geleceğine inanıyorum. Buna özlem umudu diyorum. Özlemin yasını değil, umudunu yaşıyorum.
Varoluşumu trans varoluşlara borçluyum. Ülker Sokak’ta direnenlere ve hayatımdaki bütün lubunyalara teşekkür ederim.